

TEMUÇİN TÜZECAN
Mezuniyetine çeyrek kala, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni, karikatürist / gazeteci bir adamla, babamla evlenmek için bırakmış bir annenin oÄŸluyum. Üniversiteyi bitirmiÅŸ olsaydı, bizim ailenin ilk yüksek öÄŸrenimli evladı olacaktı.
Evde hep kitap vardı. Varlık Yayınları, MEB yayınları, Resimli Bilgi, Hayat Ansiklopedisi, Küçük Hayat Ansiklopedisi çocukluktan bildiÄŸim bilgi markalarıydı.
Evde, kitap okunur, yemek masasında siyaset de konuÅŸulurdu, Türkçe gramer de.
Babam çizerek hayatını kazanırdı, karikatüristti, Sade Yalçın'dı imzası. Bedri Koraman, Mıstık, Eflatun Nuri, Ali Ulvi, Semih BalcıoÄŸlu ile aynı kuÅŸaktandı ve çoÄŸu gibi uyumsuzdu, harîcîydi. Gelgitleri olurdu, bu insanları bazen görür, bazen görmezdik. Kavgalar, kötü biten ortaklıklar normaldı. Sonra çizmeyi bıraktı, parasızlıktan sıtkı sıyrılmıştı.
Türkiye'nin darbeler tarihinde önemli bir yeri olan 12 Mart Muhtırası döneminde kaçak solcu gençleri saklayan insanlarla evde tanışıp, onları sevdiÄŸimde 11 yaşındaydım. 15-16 Haziran maceram sıralarındaydı.
Ülkenin batacağından söz ettiklerini, "Türkiye gemi mi ki batsın" diye düÅŸündüÄŸümü hatırlıyorum. Blum oynarlarken, aralarındaki konuÅŸmaları dinler, uyumazdım beni uyur sanırlardı.
Annemin ben 14 yaşındayken ölümü hayata bakışımı derinden etkiledi. Çok tanıyamadım ama altı kardeÅŸli ailesinin en genci olmasına raÄŸmen, bilge kiÅŸi muamelesi gördüÄŸünü sonradan öÄŸrendim, üzerimde etkisi çoktur herhalde.
Kapkara ıslak bir mezar çukuruna annemin tabununun indirildiÄŸini, kefenlenmiÅŸ bedeninin topraÄŸa yatırıldığını o soÄŸuk ve karanlık Kasım günü, yaÄŸmur altında izlerken donup kalmıştım.
Üzüntünün nasıl ifade edileceÄŸini bilmiyordum ve bunun öÄŸrenilmesi gerektiÄŸini o anlarda fark ettim. Ne yapmalıydım da, üzüldüÄŸümü cümle alem anlamalıydı. Ya da anlamalı mıydı? Hiç bir ÅŸey yapamadım. Hâlâ yapamam.
Lise, üniversite derken yıllar paldır küldür geçti. Gerginlik ve yoklukların egemenliÄŸinde geçen, silah seslerinin eksilmediÄŸi gri yıllardı, 1970ler.
Türkiye, kuÅŸağımın tanık olduÄŸu ikinci kanlı döngüye girmiÅŸti. 12 Eylül öncesini de, sonrasını da kendimi fiilen ve ruhen yok olmaktan koruma hedefiyle yaÅŸadım.
Solcuydum (TİP sempatizanı) ve ÅŸiddete bulaÅŸmadım, ÅŸiddetten nefret ettim. Lise yıllarında okulda birbirine düÅŸman gruplara 'siz kardeÅŸsiniz' diyebilmeyi çok sevdim, bazen dinlediler, bazen olmadı. Cunta Anayasası'na 'hayır' dedim, pek kıymeti bilinmedi ama olsun.
Mensubu olduÄŸu dînî ya da lâik cemaatin tutumuna göre duruÅŸun belirlendiÄŸi , disiplin içinde 'hayır' ya da 'evet' demenin çok yaygın olduÄŸu bir kültürde, bazen hayır, bazen evet dedim, o yüzden de, tek kiÅŸilik bir aÅŸiret olarak kaldım. Nihayetinde günde iki kez doÄŸruyu gösteren, bozulmuÅŸ bir saat deÄŸildim.
BeÅŸiktaÅŸlı olmak dışında kalıcı bir aidiyetim yok, olmadı, olamadı. TariflenmiÅŸ sekiz on kiÅŸi dışında çevrem de dardı, hâlâ dardır. Sözde iletiÅŸimciyim.
Sonrası ise, gazetecilik, ÅŸirketçilik, yazıp beÄŸenmediÄŸim için çöpe attığım romanlar ve yazıcılık, yetti artık kurumsal ikiyüzlülük deyip 'ev erkeÄŸi' olmaya karar vermek, bu kararı hayata geçirmek için eÅŸim Ebru'dan destek almak.
Sonuç olarak, hep düÅŸündüklerimi yazarak hayatımı kazandım. Bazen kendim için düÅŸündüm, bazen çalıştığım kurum için ama genellikle düÅŸündüm.
Benim için bilmek deÄŸerlidir, o yüzden öÄŸrenmeyi önemserim, severim çünkü bilgi düÅŸünceyi deÄŸerli kılar. Bilgisizce verilen kararlar genellikle yanlıştır. İnanmayı ve hayatı bilmek yerine inanmak üzerine kurmayı, tembel zihinlerin kolaycılığı olarak görürüm.
İyi yemek yapar, iyi ev yönetirim. Evde, eÅŸitler arasında birinci deÄŸilim. Ya da ben öyle sanıyorum.
Kızlarım, karım bana güvenir, ben de onlara. KonuÅŸuruz, birlikte karar alırız. Çok çabuk büyüdü kızlar ve bu hiç hoÅŸuma gitmiyor.
Çocukluk gözlemim doÄŸruydu, Türkiye gerçekten bir gemi deÄŸil. O yüzden de batmıyor ama gemi analojisi doÄŸruymuÅŸ.
Kaptan köÅŸkünü 'ele geçiren' ekiplerin ellerinde yol haritası olmadığını, gemicilikten zerre anlamadıklarını, gemi yolcularının aslında pek bir yere gitmek istemediklerini, dışarıdaki hayata geminin lombozlarının elverdiÄŸi kadar bakmaktan rahatsız olmadıklarını yaÅŸayarak gördüm.
Türkiye, bir limana varamadan denizlerde dolaşıp duruyor, hayalet bir gemi adeta. Habersizce bindirildiÄŸim bu gemiden inmem mümkün deÄŸil artık. Denizin ortasında nerede ineceksin?
'Zamandan demir alma günü' gelmeden ve meçhule gitmeden önce hep yazmak istiyorum. ​
Lafı biraz değiştirerek: "Yaz denize at, balık bilmezse, halik bilir."
​
DAÄžLAR, TAÅžLAR, HAYATLAR

Sınır Taşı 49, kısmi bir tanıklığın romanı.
Hayatın, küresel salgının da etkisiyle, neredeyse tamamen sanal olduÄŸu günümüzden 30 yıl öncenin tanıklıklardan yola çıkarak yazılmış dört günlük kısacık bir tarih kesiti.
Kitabın benim açımdan önemi, Türkiye'nin sorun çözme pratiÄŸinin geçen 30 yıl içerisinde bir nebze olsun iyileÅŸmediÄŸini ortaya koyması oldu.
Sınır taÅŸları hâlâ zehirli, daÄŸlar hâlâ bombalanıyor ve oralarda hâlâ hayatlar sonlanıyor, ilelebet sakatlanıyor.
Kitap tabii ki kurgu ama yazdıklarımın ne kadarını yaÅŸadım, ne kadarını kurdum bilmiyorum, zaten bilsem de söylemem, racona ters çünkü.
Hayatımın akışını belirleyen tarihi olaylardan biridir 1991 Kürt Göçü.
Bölgeye, ilk giden gazetecilerden biriydim ve yaklaşık dört hafta süresince görüp yaÅŸadıklarım sonraki hayatımı ÅŸekillendirdi.
Siyasi olaylara bakışımdan, gazeteciliÄŸin küçük ve
büyük hesaplarına, oradan insani deÄŸerlere uzanan bir çok konuda bildiklerim kitabilikten, yaÅŸanmışlığa evrilerek, deÄŸiÅŸti.
Galiba çok da iyi oldu.
ÖÄŸrendiklerim basit aslında.
-
Doğru ve yanlış vardır.
-
DeÄŸerler yere, zamana, ideolojiye, kiÅŸiye göre deÄŸiÅŸmez.
-
İnsan hayatına mal olan her karar ve eylem genellikle yanlıştır, çoÄŸu da suçtur.
Buyrun.
CÜMLELER
OKUMAK İÇİN
e-KİTAP
KİTAP

